10 Kasım 2011 Perşembe


http://www.kirkincikapi.com/

Kırkıncı Kapı, kurucu kadrosu bu blog'ta hareketlenen ve birbirinden değerli 11 yazarı bir araya getiren bir sanat sitesidir.

KırkıncıKapı.com’un derdi ne?
Kırkıncı Kapı bir kültür-sanat sitesi olma amacı ile yola çıkmış bulunuyor. Bu yolda, edebiyatın ve sanatın her alanına dokunup, ustalıkla yolumuza devam etme gayreti içerisinde olacağız
Sanat adına bir şeyler ortaya koymaya çalışan kişiler olarak bizler, talime önce edep ile başlayıp piştikten sonra edebiyatın kaidelerini öğrenme çabasına düştük. Edebi eserler ortaya koymak için bildiğimiz en incelikli yol bu idi. Edep’ten edebiyata başlayan yolculuğumuza “Kırkıncı Kapı” adı altında devam etmeyi ve gün geçtikçe çoğalmayı arzu ediyoruz.
Yolumuz Kırkıncı Kapı’ya değin.
Inventas vitam iuvat excoluisse per artes. Ab imo pectore.*
(*)Bırakın sanat ve bilimle hayatı güzelleştirelim. Kalbin derinliklerinden, dürüstlükle.

Yazar Kadrosu: 
Melih Tuğtağ
Bilal Habeş Evran
Meral Yarıcı
Suzan Nur Başarslan
Aysun Ellidokuzoğlu
Murat Özel
Ali Berkay Bircan
Nagihan Şahin
Yücel Öztürk
Suat Demren
Uğur Güçarslan 
" " Devamını oku

21 Aralık 2010 Salı

kıymetlilerimiz görleşkesi

Adab-ı Haşerat blogu "Kıymetlilerimiz görleşkesi", kıymet verdiğimiz bazı görselleri kullanarak bir manifesto koyma çalışmasıdır.
UYAN

Görleşke:MelihTuğtağ
AYRINTILAR MÜHİMDİR

Görleşke kavramının ne olduğuna dair eski bir yazım için bkz: Görleşke Nedir?
"kıymetlilerimiz görleşkesi" Devamını oku

14 Aralık 2010 Salı

O'nunla aramızdaki farklar


Aşağıda okuyacağınız yazı benim muhterem dostum, kardeşim, ahretliğim ve bu blogun insandan kaçan hümanist takma isimi ile yazarı olan Bilal Habeş ile benim aramdaki farkları konu alacaktır. Aslında, burada geçecek olan “ben” ve “o”ların hepsi, belki de “sen” ve başka bir “o”dur yani bu yazı bizim üzerimizden genel bir dostluk bakışıdır.
O, fiziken noktadır. Ben ise virgül.
Onun sözleri hep noktadır, söyler ve cümleyi bitirir. Benim sözlerim ise hep virgüldür, sakız gibi uzadıkça uzar.
O, bir ortamda ki kadıdır. Ben ise soytarı.
O, asosyaldir. Ben ise onun sosyallik istihkakını bile yiyebilen bir sosyal oburum.
O, yalnız başına bir çatı katında gayet mutludur. Ben ise şimdiki zamanlı ve gelecek zamanlı bütün fiillerde yalnız kalmaktan korktuğum için ancak kalabalıkda huzurlu olabilirim.
O, çayı tek şekerle içer, orada bile yalnızdır. Ben ise konu çayken bile tekilliğe dayanamam, 2 şeker atarım.
O, müslümcüdür. Ben ise gayri müslümcü.
O, ihtiyacı olan şeyi aramayı sever, katkılara kapalıdır. Benim için ise mühim olan ulaşmaktır. Nasıl elde ettiğimi önemsemem.
O, kitapçıya gider raflardan kitap seçer alır. Ben ise kitapçılara giderim raflardan kitap seçerim, sonra gidip onun rafından alırım o kitapları.
O, buluşmadan önce telefonla araştığımızda, konuşmaya başlarsa “ne istiyorsun? ne getireyim?” veya “şunu getiriyorum haberin olsun” der. Ben ise, eğer konuşmaya ilk başlarsam “naber? nasılsın?” derim.
O, benim aklımda tutamadığım isimlerimdir. Ben ise onun yapamadığı hesaplarıyım.
O, sözel kafalıdır ama ağzı söz yapmaz, suskundur. Ben ise sayısal kafalıyımdır ama ağzım hep söz örer, gevezeyimdir.
O, gaddardır, insanları rahatça hayatından silebilir. Ben ise pragmatisttim elbet lazım olurlar diye el altında tutarım.
O, nargileyi her defasında yakar. Ben ise hep geri açarım.
O, evveldir. Ben, ahirim.
Bazı arkadaşlar vardır önce, kardeş olurlar. Sonra, ahiret’e kadar yoldaş olur, ahretlik olurlar. Ahretliğime saygılarımla…
"O'nunla aramızdaki farklar" Devamını oku

9 Aralık 2010 Perşembe

"uyanmak" üzerine

Bilhassa, son zamanlarda dikkatimi çeken bir şey var; uhrevi, tasavvufi eksende en çok dinlediğim 2 eserin, en çok dilime dolanan kısımları ortak bir kavramda buluşuyorlar: “uyanmak”

Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın
  Göçtü kervan kaldık dağlar başında
dinle
  
uyan ey gözlerim gafletten uyan
  uyan ey uykusu çok gozlerim uyan
dinle

Uyanmak metafor olarak çok kullanılmış bir kavramdır aslında. Göz uyur, gönül uyur, dost uyur, su uyur, hatta düşman bile uyur ama marifet uyumakta değil uyanmaktadır azizim. Bence bilim adamları yanılıyorlar; insan, düşünen hayvan değildir. İnsan, kalben ve aklen uyanabilen hayvandır.
Uyanmak üzerine bu kadar fikri antrenman yapmamın sebebi muhtemelen, yakın dönemlerdeki şahsi eksikliklerimin, yoksunluklarımın, hissi yoksulluklarımın ve ihmallerimin artmasıdır. Gerçi bunlar, safi bana ait sorunsallar değil. Modern çağın, beşeriyete dayattığı, yağlı ilmeğini bulduğu ilk boğumda sıktığı rutin mağlubiyetler bunlar.
Artık çoğumuz, Sandman’in gözümüze serpiştirdiği uyku tozlarıyla değilde, kardeşi Lucifer’ın is tozlarıyla adeta içsel ölüme uyuyoruz. Uyanmıyor gözlerimiz gafletten, kervanlar göçüyor gönlümüzden, kervanlar dolusu umut ve inanç satıyoruz ellerini ovuşturup kıs kıs gülen mezarcı tüccarlara. Beşer dünyası ruhu hiç gülmeyen, hep uyuyan insanlarla doldu. Bu pencereden bakınca belki de içinizden bir kaçınız, ben uyumakta ısrar ediyorum daha doğrusu uykuda mapus yatıyorum diye hala uyuyordur –atalar asla yanılmaz; hep üzüm, üzüme baka baka kararır-.
Ve yine belki de hepimize şefkatli ve şiddetli bir anne sesi darbesi gerekiyordur “uyan yavrum uyan! Dünyada sabah oldu!”
Benim yüzümden uyuyanlar, hakkınızı helal edin e mi?

Uyanmıyor gözlerim
Hem gafletten, hem sefaletten.
Kervanlar göçüyor gönlümden
Ve sadece arkasından uyuyabiliyorum onların.
Kervanlar dolusu umut,
Kervanlar dolusu inanç satıyorum
Gülümsüz tacirlere.
Aczimi ve fakrimi vuruyor yüzüme.
Uyu diyor nefsim. Uyu!
Ben uyuyorum cennet,
Sen unut beni…
                            MelihTuğtağ
""uyanmak" üzerine" Devamını oku

27 Ekim 2010 Çarşamba



Narin bir ruh, mütemadiyen intihara meyilli bir bünye ve daha nice psikolojik anomalilerle tanımlayabiliriz onu ama ben bunun yerine şu tanımı tercih ediyorum; ben her zaman, insanlara hüznün yakıştığını fakat  gam ve kederin insanda eğreti durduğunu düşünmüşümdür. İşte dünya üzerinde belki de gam ve kederin yakıştığı tek insan, insan olmaya çalışan bir şair: Sylvia Plath.
Onun acısıyla bertaraf olmak bile zevk verir bazen okuruna, çünkü herkes bilir ki; bahsi geçen her hisler Sylvia’nın iliklerine kadar işlemiş safi acılardır.
Aynı zamanda ilk eseri olan ve 8 yaşındayken vefat eden babasının ardından yazdığı şiiriyle ilk belirtilerini gösteren ve onu hayatı boyunca yalnız bırakmayan manik-depresifliği bir yanda, yıllarca evdeki hegomonyası, diktası, ilgisizliği ve çapkınlıklarıyla onu kahretmesi yetmiyormuş gibi, mesleki açıdan da yalpa yaptıran kendisi de bir şair olan kocası Ted Hughes’ın yaptıkları diğer yanda Sylvia’nın muhtaç olduğu ham maddeyi ona sağlıyorlardı.
Sylvia, “zihinden çıkış yolu var mı?” sözüyle de anlattığı gibi, gerçekle kurguyu ayırt edemeyecek kadar zihninde kaybolmuş bir yazardır. Yaşadığı çevreye ayak uyduramadığını düşünüp etrafına yabancılaşması, onu daha da kendi içine yöneltip, onu metastaza da zorlamıştır yani o da bir Gregor Samsa’dır aslında.
Yaklaşık 30 yıllık, kısa hayatında daima ölüm ve karanlık hislerle ilgili üretimler yaptığı için çoğu kişi, bundan zevk aldığını düşünür veya ölümü kutsadığını düşünür ama az kişi fark etmiştir ki aslında durum tam tersidir. Belki; “Gözlerimi kapadığımda tüm Dünya ölüyor, gözlerimi açtığımda yeniden doğuyor” sözündeki düşüncesi yüzünden çok az uyuyordu yani aslında ölümden korkuyordu. Zaten “neden yazıyorsun?” sorusuna verdiği yanıtta bu savı doğrular niteliktedir, “yazıyorum çünkü; içimde susturamadığım bir ses var” korkusunun sesi. Evet bazıları için buna inanmak zor olabilir. Onun ruhsal buhranlarının varlığı, fiziksel ve yazısal olarak ölümün hep kıyılarında dolaşmış olması bu yanlış intibanın mazereti olabilir. Hatta bence çok uçuk da olsa, sylvia’nın ölüm korkusuna bir kanıt da, ölüm gelmesin diye onun erkenden ölüme gitmesidir.  Gerçi onun intihara meyyalinin lanet veya kalıtımsal bir sorun olduğu da sıkça akla gelebilir, malum yıllar sonra oğlu da kollarını açıp, ölüm gelmeden, ölüme koşmuştu. Bu bir miras, ancak müthiş bir şairin, marjinal bir annenin çocuğuna bırakabileceği türden kötü bir miras.
Çeşitli eserlerinden birkaç alıntı:

***
Pek yakında, evet pek yakında
Mezar inimin yediği etim
Gene üstümde olacak eve gittiğimde.

Bir kadın olacağım yine, yüzümde gülümseme
Otuzumdayım daha.
Kedi gibi dokuz canım var hem de.

***
Ölmek bir sanattır
Her şey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi,
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor
Bu konuda iddialıyım sanırım.

***
Gözdeki Zerre

Ne göz yaşları ne de göz banyolarının
Dindiren taşkını çıkarabilir bu parçayı:
Batıyor, ve bir haftayı buldu batıp durması:
Kabul ederim artık tenin kaşıntısını,
Kör olmaktır bunun sonu ve başı.
Düşlerim Ödipus olmayı.

Yataktan önceki, bıçaktan önceki,
Broş iğnesinden ve bu parantezlerde
Beni bağlayan merhemden önceki
Kendime geri dönmektir istediğim;
Atlar akıyor rüzgârda,
Bir mekân, bir zaman, çıkıp gitmiş akıldan.
" " Devamını oku

18 Ağustos 2010 Çarşamba

“Bayan Vuvu Zela ve Hüsn-ü Niyet Kahvesi” Hikaye no:2


***
[2. bölüm] 
[hazırlıklar ve merak]
Hazırlıklar, tanışmalar, kaynaşmalar, yerleşmeler, provalar ve repertuar bitmiş, ünlü modacı Nur Yargıcı’ya hazırlatılmış yere kadar uzanan, siyah tek parça sahne elbisesi henüz gelmişti. Hazırlıklar tek husus hariç bitmiş gibiydi. Velvet Zela kendinden önce sahneye çıkacak olan komedyenin: “muhterem konuklar… işte karşınızdaaa Hüsn-ü Niyet kahvesinin yeni assolisti, narin, nazenin kuğumuz Vuvuuu Zelaaa…” diyerek kendisini takdim edeceği, alt kattaki esas sahneyi hala görmemişti (daha sonra öğrenecekti ki kasten uzak tutuluyordu oradan. Raci bey sürprizleri seviyordu!)
         Velvet’in asistanı ve makyözü İvediye Boyacı, kendine olan güvensizliğinin sesine yansımasıyla “Velvet hanım, sahneye çıkmanıza 2 saat var hazırlanmaya başlasanız iyi olur bence . Tabi siz isterseniz kem küm…” diye belli belirsiz vızıldadı. Velvet ise tam tersi bir özgüven ve sıcaklıkla “İvediye ablacığıım, lütfen bırakalım bu resmiyeti sende yakınım sayılırsın artık, sen de bana Vuvu diyebilirsin. Hazırlıklara gelincee” bir anlık ense karartma işlemine mukabelen sözüne devam etti “neye? Nasıl hazırlanacağım ki. Daha çıkacağım sahneyi bile görmedim. Heyecanımı körükleyen nur topu gibi bir merakım oldu!” dedi.
         [sahne zamanı]
         Saatler on’a on kalayı gösterirken, Vuvu, arka merdivenlerden sahneyi görmeden aşağıya, kulise indirildi. İyiden iyiye işkilleniyordu ve bu durum sakin Velvet’i hırçınlaştırıyordu. Öyle ki sahne öncesi şans dilemeye gelen patron Raci beye bile çatabildi. Neyse ki, Raci bey neyzen fıtratlı bir elektro gitaristti, halden anlayıp sabır gösterdi.
         İçerinin sesleri kulisten de duyuluyordu. Gelen seslerden anlaşılan komedyen Resmi Atarlı kapanış konuşmasını yapıyordu ve bu Velvet Zelanın kalıcı olarak Vuvu Zela’ya dönüşeceği anlamına geliyordu yani sahne sırasının ona gelmişti. İhtiyar komedyen “ Ben Resmi Atarlı sizlere eğlenceli bir gece yaşatabildiysem ne mutlu bana ” diyip bir geri adım attı, yutkundu ve sesini bir perde yukarı çekip beklenen anonsu yapmaya başladı “muhterem konuklar… işte karşınızdaaa Hüsn-ü Niyet kahvesinin….”
         [son on saniye]
         Velvet’ten, Vuvuya bir koridor ve 10 saniyelik mesafe var. Velvet koridorun başında. 10-9-8… heyecan, merak, kızgınlık… 7-6-5… içeride onlarca kişi olmasına rağmen şu an, ağına düşen tek şey karanlık koridorun sonundaki beyaz ışık… 4-3… o da nesi? Merakıyla heyecanı kalbindeki korku köprüsünde toslaştı ölü ve yaralılar var… 2-1-0… “Allahııım sana geliyorum…” Bir anlık beyaz dünyanın ardından, Vuvu, objektifini yavaş yavaş netlemeye başladı. İlk görüşte “dırşk” bu olmalıydı. Bu kadar zamandır kendisinden sır gibi saklanan sahne ve seyirciler burası ve bunlarmıydı? Sıradan bir sahne, sıradan yurdum insanları.. eee sır olan ne burada… (“yok artık.. bu… bu olamaz..”  diye düşünmesine az kaldığını bilseydi asla böyle düşünmezdi.)
"“Bayan Vuvu Zela ve Hüsn-ü Niyet Kahvesi” Hikaye no:2" Devamını oku

11 Ağustos 2010 Çarşamba

İstanbul Sorgusu


Söyle bana İstanbul, Yahya Kemal Beyatlı'yı dinledim ve her tependen baktım sana; Yetmedi. şapkamın altından, gazetenin kenarından,çay bardağının arkasından, dikenli tellerin arasından, sokağın iki tarafına gerilmiş ipe asılı çarşafların arasından bile baktım; Olduramadım. Lütfen söyle bana Aziz İstanbul: Neden bu kadar seviyorum seni? O kadar evliyanın konaklamak için sebi seçmesinin sebebi nedir? Hadiste kelam edilme mertebesine ulaşmanın hikmeti ne? Devletler seni kendilerine başkent yaparken, kalpler neden başkentlerine neden seni koyar? Tamam... Tamam... Susuyorum İstanbul. Madem ayrılacağız, oturda bir çay daha içelim. Hatta, çayım ol istersen veya bardağım. kabül edersen, şekerim ol... Sen bilirsin İstanbul neyim olursan ol, ama ol yeterki. Yanımda ol... Yanımızda, yamacımızda ol...

Sana boğaz üzerinden can veriyorum, İstanbul!
Kalabalığının potasında erit beni.
 Mayamada bir kaç övülmüş sıfat kat.
Elini korkak alıştırma sakın.
 Kalıcı değilim.
Bir arkadaşım var,
Ona bakıp çıkacağım.
Şah damarımdan bile yakın bir arkadaş.
                                             Melih Tuğtağ
"İstanbul Sorgusu" Devamını oku

8 Temmuz 2010 Perşembe

“Bayan Vuvu Zela ve Hüsn-ü Niyet Kahvesi” Hikaye no:1


Tarihin hangi anından baktığınıza göre, onun görünüşüyle ilgili sıfatları, parçalı bulutlu olarak değişir. İki bini sekiz geçeden bakarsanız on sekiz yaşında, narin nazenin, zarif, çıtı-pıtı bir bayan, iki bini elli küsür geçeden bakarsanız, olgun, narin, nazenin, zarif ama vardakosta bir baaaayan görebilirsiniz. Onun adı Velvet… Velvet Zela. Kariyerine, ergenlik başında eşe-dosta hatır gönül şarkı söyleyerek başlamış, gönül kalelerinin surlarını döven bir trabluketçiydi, Velvet.
Sene iki bini on geçe…
- Alo! Vuvu!
Arayanı ilk tadımda anlayamamanın verdiği duraksamadan sonra, ona sadece iyi tanıdıklarının Vuvu dediği aklına geldi ve sesin sahibini tespit edince, sanki tanıdıklarıyla hep sol tarafıyla konuşuyormuş gibi doğal bir tavırla, saçından yer açarak ahizeyi, sağ kulağından çekip sol kulağına koyarak; keyifle şakırdamaya başladı:
- Emel ablacığım, nasılsınız?
- Boşver şimdi beni şekerim, havadisler sende. Raci’yle sözleşme imzalamışsın?
-“Umarım dağıtacağım imzaların ilki bu olur.” Diyerek kikirdedi Velvet veya nam-ı diğer Vuvu.
          ***
Yeşiltepedeki evinden, kimilerince efsunlu olduğu iddia edilen ve sahne alacağı “Hüsn-ü Niyet Kahvesi”ninde üzerinde bulunduğu, “Şahsen Apartmanı”na taşınmak üzere yola çıktı.
"“Bayan Vuvu Zela ve Hüsn-ü Niyet Kahvesi” Hikaye no:1" Devamını oku

25 Haziran 2010 Cuma

Michael Jackson'ın Anısına

        İsminin altına binlerce kelimelerle methiyeler düzülebilecek, popun kıralı Michael Jackson'ın vefatının 1. yıl dönümünden doğan endirekt görsel vuruş: Michael Jackson Anı Görleşkesi.

O zaman M.J. için son bir "moon walk" ve "eyırini vokki" zamanı.

"Michael Jackson'ın Anısına" Devamını oku

18 Haziran 2010 Cuma

Tuva Müziği


Rusya’nın kuzeyinden bir cumhuriyet, ufak tefek içine kapalı hatta halkı da ufak, halkının gözleri de ufak bir yer: Tuva Cumhuriyeti. Tuva cumhuriyetinde, adıyla müsemma tuva Türkleri yaşar. Aslında Tuvalar sadece Tuva’da değil, Moğolistan, Kırgızistan ve sibirya’da da yaşarlar. Dilleri Türkçenin Sibirya gurubundandır ve neredeyse tamamı şamanisttir. En büyük kültürel çeşitliliklerini sağlayan Şamanizm, Tuvaların kendilerine özgü olan tuva müziğini ortaya çıkartmıştır. Gırtlak müziği de denilen bu değişik müzik, Türkiye’de boğaz havası olarak da bilinir, hatta tam olmasa da; türk sanat müziğindeki keriz atma denilen teknik veya bozlaklarda kullanılan tekniklere benzer yanlarıda vardır. Dünya çapında, kullanılan teknikler açısından İsviçre çobanlarının yodel’larıyla eş zorlukta kabül edilir. Tiz ve bas sesler cümbüşü olan bu ses tekniği, ilk duyulduğunda enstrumandan çıktığı düşünülse de, bir insanın gırtlağından çıktığını bilmek oldukça şaşkınlık vericidir. Açıkçası ilk duyduğumda benimde sinirlerimi bozan tuva müziği, dinlendikçe insanı kendine bağlayabiliyor. Bunun sebebi; şaman ayinlerinde de kullanılmasından kaynaklanan ritmik yapısıdır. Kullanılan, İgil, Doşpuluur, Demir Khomus gibi enstrumanlar bu ritmik yapıyı dahada şenlendirir.
Küçük bir halk olan, Tuvaların müziği kendi hayallerini bile aşıp, yavaşta olsa dünyada büyük bir beğeni toplamaktadır. Özellikle, huun-huur-tu, Hanggai ve Kongar-ool Ondar gibi geleneksel tuva müzisyenlerinin ve Yat-Kha gibi tuva müziğiyle rock müziği birleştiren toplulukların katkısıyla bu müziğe ilgi gün geçtikçe artmaktadır.
Öncelikle, şarkıları duyduğunda o sesin nasıl çıktığını düşüneceklere, insan vücudundan veya en azından ağzından çıkmayacağını düşünenlere kanıt mahiyetinde bir video. Ardından da değişik teknikler ve tarzlarda söylenmiş tuva müziklerinden seçmeler sizlerle efenim.
Saygılar, sevgiler. sağlıcakla kalın…

Huun-huur-tu
Hanggai
 
Kongar-ool Ondar

Farklı bir deneyim için, tuva rock: Yat-Kha  
"Tuva Müziği" Devamını oku