25 Haziran 2010 Cuma

Michael Jackson'ın Anısına

        İsminin altına binlerce kelimelerle methiyeler düzülebilecek, popun kıralı Michael Jackson'ın vefatının 1. yıl dönümünden doğan endirekt görsel vuruş: Michael Jackson Anı Görleşkesi.

O zaman M.J. için son bir "moon walk" ve "eyırini vokki" zamanı.

"Michael Jackson'ın Anısına" Devamını oku

18 Haziran 2010 Cuma

Tuva Müziği


Rusya’nın kuzeyinden bir cumhuriyet, ufak tefek içine kapalı hatta halkı da ufak, halkının gözleri de ufak bir yer: Tuva Cumhuriyeti. Tuva cumhuriyetinde, adıyla müsemma tuva Türkleri yaşar. Aslında Tuvalar sadece Tuva’da değil, Moğolistan, Kırgızistan ve sibirya’da da yaşarlar. Dilleri Türkçenin Sibirya gurubundandır ve neredeyse tamamı şamanisttir. En büyük kültürel çeşitliliklerini sağlayan Şamanizm, Tuvaların kendilerine özgü olan tuva müziğini ortaya çıkartmıştır. Gırtlak müziği de denilen bu değişik müzik, Türkiye’de boğaz havası olarak da bilinir, hatta tam olmasa da; türk sanat müziğindeki keriz atma denilen teknik veya bozlaklarda kullanılan tekniklere benzer yanlarıda vardır. Dünya çapında, kullanılan teknikler açısından İsviçre çobanlarının yodel’larıyla eş zorlukta kabül edilir. Tiz ve bas sesler cümbüşü olan bu ses tekniği, ilk duyulduğunda enstrumandan çıktığı düşünülse de, bir insanın gırtlağından çıktığını bilmek oldukça şaşkınlık vericidir. Açıkçası ilk duyduğumda benimde sinirlerimi bozan tuva müziği, dinlendikçe insanı kendine bağlayabiliyor. Bunun sebebi; şaman ayinlerinde de kullanılmasından kaynaklanan ritmik yapısıdır. Kullanılan, İgil, Doşpuluur, Demir Khomus gibi enstrumanlar bu ritmik yapıyı dahada şenlendirir.
Küçük bir halk olan, Tuvaların müziği kendi hayallerini bile aşıp, yavaşta olsa dünyada büyük bir beğeni toplamaktadır. Özellikle, huun-huur-tu, Hanggai ve Kongar-ool Ondar gibi geleneksel tuva müzisyenlerinin ve Yat-Kha gibi tuva müziğiyle rock müziği birleştiren toplulukların katkısıyla bu müziğe ilgi gün geçtikçe artmaktadır.
Öncelikle, şarkıları duyduğunda o sesin nasıl çıktığını düşüneceklere, insan vücudundan veya en azından ağzından çıkmayacağını düşünenlere kanıt mahiyetinde bir video. Ardından da değişik teknikler ve tarzlarda söylenmiş tuva müziklerinden seçmeler sizlerle efenim.
Saygılar, sevgiler. sağlıcakla kalın…

Huun-huur-tu
Hanggai
 
Kongar-ool Ondar

Farklı bir deneyim için, tuva rock: Yat-Kha  
"Tuva Müziği" Devamını oku

16 Haziran 2010 Çarşamba

Modern çağda aşk üzerine: ANNA


Biz hep hayalimizde canlandırdığımız, nesiller boyunca aynı kalan salt aşka güzellemeler dizdik satırlara. Belki de kalıcı olan olduğundan hakkımız da vardır ama bir de aşkın zamanla değişen kıyafetleri var. Aynen, özlemle baktığımız eskiyle kıyasladığımızda bize çok dejenere gelen ve beklide elli veya yüz yıl sonra küçük küçük torunlarımızın kendi çağlarıyla kıyasladıklarında özlem duyacakları, şu anda yaşadığımız çağda ki kostümü gibi. Onunda üzerinde konuşulmaya, hakkında methiyeler düzülmeye ihtiyacı var.
Aşağıda izleyeceğiniz videolarda İsmail Kılıçarslan’ın ve Tarık Tufan’ın yazdığı, sokak şiirinin önemli eselerinden “Anna” şiirleri var. Anna, avrupa edebiyatının “Leyla”sıdır aslında. Belki de yazarların “Leyla” yerine “Anna”yı kullanmasının sebebi de budur. “Leyla”, idealleştirdiğimiz, bozulmamış, çağlarca aynı kalmış, tamamen ruhani aşkı temsil eden, doğunun simgesiyken; “Anna” ise; bizi sığlaştıran, duygusuzlaştırıp sisteme entegre eden Avrupa’nın simgesidir. Onları kendi silahlarıyla vurmak bize nasipmiş.
            Bu güzel şiirlerden önce fazla kelam ettiysem affola… Saygılarımla

Anna
biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.
büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.
piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!

gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.

gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, Cipralex’ler, Turgut’lar, Edip’ler, Sezai’ler, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen baş ağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.
gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.

hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
Tanrı bizimle de konuşur belki
                                  Tarık Tufan



Ploreterya
Devrim için bir yol bulmalıyız, bir yol bulmalıyız saçlarına,
Yoksa işler karışacak, bizi çağıracak uygun adım,
Kımıltısız, böceksiz, kitapsız , imgesiz, Allah’sız hayat,
İçimde birikip duran şu teri senin ellerinle,
Senin ellerin mi söyle?
Bir akşam güneşini, bir anne balığı, bir gecenin üçünü yerinden etme kudretini,
Sevme kudretini, sevmenin o boşluksuz kudretini,
Aydınlığı, ışığı değil aydınlığı,
Taoyu Musayı İdrisi yardıma çağıracak olan senin,
Senin ellerin,
Bir yol bulmasakta olur, bir yolunu bulamasakta,
Seni nikahımıza almasakta olur bile belki hatta,
Ne de olsa biz, kepenkleri hiç kapanmayan o dükkanın sonsuz sarhoş müşterisiyiz.
Kapındayız, yakındayız, sermestiz ızdırabımızla.
Anlamasan da olur, anlamasam da.
Yakup peygamberin kokladığı gömlekten ekime ekmeğe kadar bir düş kuruyorum.
Geçip gidiyorum aranızdan,
Renkleri öğrenmeye sarıdan başlıyorum böylece.
Saçlarını taramanın başka bir yolu varsa anla ki biz, yaparız bu devrimi.
Anna, Rana, Muhammed, Mustafa.
Bak, gene aşk oldu sonu.
Oysa öyle demeyecektik biz ona.
                                 İsmail Kılıçarslan

"Modern çağda aşk üzerine: ANNA" Devamını oku

11 Haziran 2010 Cuma

Görleşke Nedir?


Sanat, asırlar boyunca ne olduğu tartışılan bir mefhum olmuştur. Filozoflar ve sanatçılar* tarafından binlerce tanımı yapılmıştır. Yetenek midir yoksa emek midir? Sanat, sanat için midir yoksa halk için mi? Ve daha pek çok ikilemi içerir sanat fikri. Sanat dallarını kendi içinde sınıflandırmak bu dilemmaları arttırırken, kimlere sanatçı denileceği çıkmaz sokaklara sokmuştur insanları. Müzikle bu konuyu örneklendirelim: Müzik bir sanat mıdır? Eğer sanat ise müzik yapan herkes müzik sanatçısı mıdır? Yani Wolfgang Amadeus Mozart’ın sıfatı müzik sanatçısı iken Serdar Ortaç’ın da sıfatının müzik sanatçısı olması hak mıdır? Sanat, bunlara benzer yığınlarca bumerang sorunsala sahiptir. Bu mefhumun yeteri kadar sorunu yokmuş gibi, şimdi bir de başına siber alem sanatları çıktı. Müzik alanında, elektronik müzik, 7. sanat sinemada animasyonlar ve görsel efektler, resimde ise grafik görseller modern çağ sanatının tartıştığı konulardır.
Özellikle görsel sanatlarda ayırımın zor olması yeni akımların ortaya çıkmasını da tetiklemiştir. Bu durumun en büyük üretimi pop-art sanat akımıdır. Bu akım “sanat, sanat içindir”i savunanların kalesi olan soyut dışavurumculuğa bir tepkidir ve onunla inceden dalgasını geçer. Bu alaycı tavrı, onu zamanla soyut dışavurumculuktan daha anlaşılmaz ve marjinal bir dairenin içine sokmuştur o ayrı bir konu. Henüz, bilgisayarların yaygın olmadığı 1960’lı yıllarda, altın devrini yaşayan pop-art’çılar 21. yüzyılın sanatçılarının önünü ve ufkunu açıcağını, muhtemelen hiç tahmin etmemişlerdir. Onların sanatgörüleriyle teknolojik değerleri harmanlayan grafik sanatçıları, sanat olup olmadığı tartışılan görsel harikalar yaratmaktadırlar. Bazılarınca, işin içine bilgisayar katmadan yani klasik yöntemlerle ortaya çıkarılan çizimlerde veya kolajlarda dahi, net bir sınıflandırma yapılamadığından dolayı, sanat değeri taşımadığı iddia edilmektedir çünkü bu düşünce stilinde, “bir eser sanat eseri sayılacaksa net bir sanat sınıfına dahil olmalıdır” mottosu hakimdir. Bu düşünce disiplinindekiler, modern çağın sanal veya über pop-art eserlerini sınıflandıramadıkları için sanat olarak kabul etmemektedirler.
Bende şahsi çalışmalarımda buna benzer bir sorunla karşılaştım. Kavramlara çok takılmadan, görsel kaygılar güderek ve ayrıntıda ufak mesajcıklar vererek oluşturmaya çalıştığım sayısal görüntü eserlerime, sanat demek gibi bir hadsizliğim yoktu ama tamamen daha iyi anlaşılma hissi ve ifade kolaylığı açısından bir katagoriye sokmak zorunluluğu hissettim. Tabi bu durum beni hiç katılmadığım sanat sorunsallarına yenik düşürdü ama çok sorun değil. Yapılanlar, sabit isme sahip olan bir konuma sokulunca bazılarının gözünde daha değerli olacaksa benim için hiç sorun yok. Ama benim karşıma, sorun olarak çıkan, işlerimi net bir katagoriye koyamamaktı. Bende kendi katagorimi üretmek zorunda kaldım. Sizi hemen kendisiyle tanıştırayım. Sanatsever, görleşke. Görleşke, sanatsever. Umarım, tanıştığınıza memnun olmuşsunudur.
3 insan görleşkesi: büyük versiyon ile ayrıntıları incelemek için resimlere tıklayabilirsiniz.

3 vücut görleşkesi: büyük versiyon ile ayrıntıları incelemek için resimlere tıklayabilirsiniz.

3 varlık görleşkesi: büyük versiyon ile ayrıntıları incelemek için resimlere tıklayabilirsiniz.
           
6 tepe İstanbul görleşkesi: büyük versiyon ile ayrıntıları incelemek için resimlere tıklayabilirsiniz.

2 vücut tek beden görleşkesi: büyük versiyon ile ayrıntıları incelemek için resimlere tıklayabilirsiniz.


"Görleşke Nedir?" Devamını oku

7 Haziran 2010 Pazartesi

Argo Sanattır


Ben küfretmem ağalar, ben argo kullanırım çünkü argo güzel mefhumdur ve güzel olan çoğu kavram gibi o da yanlış anlaşılmıştır. Küfürle olan farkını nedense anlamayı reddeder insanlar. Bu durumda modern dünyanın muhterem monşerlerinin katkısı olduğu bir gerçektir zira onlara göre argo; ya avam takımının kullandığı, lümpen tayfasının konuşabileceği lakırtıdır, ya da bulmacalarda sağdan sola, yukardan aşağıya “halk dilinde …” kalıbı ile sorulabilecek saçmalıklar zinciridir. Küfür, kabadır maksat can acıtmaktır, argo estetiktir, cümlenin kenar süsüdür. Bütün bir standart cümleyi sıraladıktan sonra, sokak ortamında bir sanat eseri üretmek için cümlenin sonuna hoş bir argocuk kondurmak yeterli olucaktır.
Argo bazılarının bize dayattıkları resmi konuşma dili gibi tüketici, durağan, gri ve kösele esnekliğinde değildir. Argo, doğurgandır, hareketlidir, renkli, esnek ve zengindir. Her kişinin şahsına zimmetli, er kişinin çevresine zimmetli ayrı bir dili vardır. Milyonlarca insanda, milyonlarca dil saklıdır. Anlatımda o kadar büyük bir zenginlik sunar ki konuşmacıya, marvelayı ele vermeden, falso ve saltolarla tilkilerin kuyruğunu birbirine sürttürmeden, kelimeleri tekrar etmeden, alayına gider yapılabilir. Kelimeler çeşitlidir, hatta çeşitliliğin abartısı o kadar üst seviyededir ki sokaklar arasında bile farklılıklar görülebilir. Mesela; sokaktan ayağını çekmemiş, argodan nasiplenmiş biri kaliteli olmayan bir şeyden bahsedecekse zilyon farklı yol bulabilir: Dandik, dandirik, kadayıf, telmaşa, tırışka, kofti, kıçı kırık, çakma, antin kuntin, üfürükten teyyare, nanay, patates, kavara, kofti, salon sallamanje, sallapati, kıytırık, kundurya... ve daha pek çok nane...

"Argo Sanattır" Devamını oku

6 Haziran 2010 Pazar

Çay Bir Özge Candır-2


Çay kültürdür mirim. Çay bir özge candır.
Çay bazen babadır. Babası mahalleli olanlar iyi bilir; babayla beraber çay ocağına gidildiğinde, baba çay içer, çocuk oralet. Evde çocuk da muhakkak çay içiyordur ama o dışarıdaki ortamda çay aniden babacanlaşır, oraletin omuzuna elini koyar.
Çay çoğu zaman muhabbettir ahretliğim. Onu yudumlarken hayatıda çeker insan içine, diline vurur bu hayat doygunluğu. Hele bir de çorlulu ali paşaya gidip, Uğur’a 2 çay bir elma nargile söyleyip muhabbete kurulduğun vakit; kelimelerin birbirine mukabelesi hiç bitmez. Muhabbet öyle kıvamlanır, öyle derinleşir ki, taş atsan sesi gelmez.
Çay sadece bir içecek değildir, bilirsiniz. Her alanın, nevi şahsına münhasır kendine ait çayı vardır. Mesela, oyun dünyasının çayı; tavladır. İki kişi oynandığı için hızlı oyna diyip sürekli dürten birileri olmaz, dingindir. İki el arasında 15 dakika muhabbet molası verildiği bile vaki olmuştur zira amaç; oyun oynamak veya yenişmek değil, muhabbete meyil vermek, el oyalamaktır.
Çay keyiftir, çay hayaldir azizim. Eminönü’nden vapura binip karşıya geçerken, çayını alır, gevrek simidini katık edersin, bir tarafta sur içi, bir tarafta kız kulesi. Deniz havası çaya ayrı bir tat katar. İnsanlar martılara attıkları simitlerdeki cömertliklerini bile, çaydan aldıkları sarhoşluk hissine borçludurlar. O keyfi, gurmelerin göz bebeği aşçıların çalıştığı lüks mekanlar bile veremez. Yanlış anlaşılmasın; bu bir züğürt tesellisi değil, sadece salt meşkkeşlik.
           Çay, içildiği materyalin fiziki koşuluyla da mutlak ilgi odağımdır kıymetlim. Şu şarttır ki: çay ince belli bardakta içilir. Bazı edebi eserlerde, çayın bu özelliği hanımlara itaf edilmiştir. Bir erkek olarak mutlak ilgi odağımın en makbül özelliği ile bir çaykolik olarak en sevdiğim içme aracımın aynı olmasının, beni ne kadar mesud ettiğini anlatmam mümkün değil. Ayrıca bu durum, çok maskülen bir ifade gibi durmuş olabilir ama bilakis genel güzelliklere dair bir tespittir. Çünkü hanımlar divan edebiyatında cins-i latif olarak tasvir edilir yani; güzel cins. Cins-i latiflerin, en latif olan özelliklerinden birinin çayla olan bu kadim bağlantısı, hayatın genel güzelliklerine olan ilahi bir göndermedir bence
"Çay Bir Özge Candır-2" Devamını oku

4 Haziran 2010 Cuma

Kolaj: GregorSamsa
" " Devamını oku